Seyahatnameleri ile Osmanlı tarihinin bir çok yerlerini bize aydınlatan meşhur Evliyâ Çelebi, seyahatnamelerinden birinde gördüğü rüyasını her zamanki tatlı dili ile şöyle anlatmaktadır:
“Yolculuklarımdan birinde Malazgirt’te idim. Orada kaldığım gecelerden birinde bir rüya gördüm. Rüyamda meğer İstanbul’da imişim. Defterdar Mehmet Paşanın annesi ile Siyavuş Paşanın annesi karşılıklı oturmuşlar ağlaşıp duruyorlar. Onların bu halini görünce dayanamadım. Sordum:
-Ey paşa anneleri, derdiniz nedir, neden ağlıyorsunuz?
Bu soruma ikisi birden cevap verdiler:
-Ey Evliya Efendi bizler ağlamayıp da kimler ağlasın.. İkimizin de oğulları İstanbul denizine düşüp boğuldular. Siz şimdi bu haberi Erzurum’da sizin Melek Ahmet Paşaya verin de, o, oğullarımızın dertlerine derman olsun, onları boğulmuş iken tekrar diriltsin. Dediler.
Ben uykudan uyanınca abdest alıp vakti gelince paşanın huzuruna çıktım.
Paşa selâmımı aldıktan sonra bana:
-Evliyâ, Erzurum’da ne rüya gördün? Dediler.
Ben paşanın bu sorusuna biraz da şaşmıştım. Gördüğüm rüyayı paşaya etraflıca anlattım.
Paşa rüyamı dinledikten sonra:
-Fesubhanallah, ben de demin rüyamda senin Erzurum’da bana bir rüya anlattığını görmüştüm. Bu rüyada sen bana “sakın ağlamayın” diyordun. Ama hayırlar olsun; o kadınların ağlarken sana: “Oğullarımız İstanbul’da boğuldular” demeleri pek acayip!.. Bu, onları dünya gidişatına kapıldıklarına, Allah bilir ama, kadınların “Erzurum’da paşaya söyle, oğullarımız boğulmuş iken onları diriltsin” demeleri; onların burada bıraktıkları kul ve adamlarını iyi yaşatacağımıza ve onları rûhen de tatmin edeceğimize işarettir. Dedi ve ilave etti:
“Allah bilir ama, bize Erzurum’da daha pek çok haberler geleceğe benziyor, hayır ola!..”
Melek Ahmet Paşanın rüya tâbirlerine meraklı olduğu söylenir. Paşa ekseriyetle görülen rüyalara karşı ilgi gösterir, kendinin olsun, başkalarına ait olsun rüyaların tâbirini yapmaktan zevk alırmış.
Bir gün daha sabahın ilk saatlerinde Kaya Hatun, Melek Ahmet Paşayı ziyaret ederek kendisine:
-Paşam, sen rüya tâbir etmekten hoşlanırsın. Tâbirlerinde de isabet vardır. Hatırlarsın babam da gördüğü rüyaları sana yorumlat- maktan vazgeçmezdi. Ben de bu gece uykumda bir rüya gördüm. Bunu bana lütfedip tâbir edersen çok memnun kalacağım!
-Söyle sultanım, elimden gelen ne ise emrini yerine getireyim!.
-Kaya Sultan, Rabbim hayırlar versin, deyip bir de Besmele çektikten sonra rüyasını Melek Ahmet Paşaya anlatmaya başlar:
-Bu gece cennetin yakınlarından gezerken, dedem Sultan Ah- med Han elimden tutup bağ ve bahçe bulunan cennetin köşklerini, gılmanlarını bana gösterdi. Böylece elele gezerken o bir taraftan bana:
“Gör a Kayacığım gör!.. Hak Teâİâ Hazretleri bana burada neler ihsan etti.. Bir kere, Yeni Camii yaptırırken padişahlığıma bakmadan, ben de amele ile beraber eteklerime tam, kum, çakıl doldurarak taşırken, bir taraftan da Allah’a niyazda bulunuyor: “Ya Rabbim, İşte Ahmet kulunun şu yaptığı ırgatlık hizmetini kabul eyle” diyerek taşıdıklarımı yerine götürüp boşaltıyordum. İşte, Hak Teâlâ Hazretleri dualarımı kabul edip bana şu gördüğün cennet-i âlâyı ihsan ettiler. Şimdi sen de gel Kayacığım, benim cennet-i âlâdaki bağlarımda sen de saha et!..” dedi. O esnada sol tarafımda duran Sultan Mustafa; “Ey birader, şu Kaya muradına ermiş bir kızdır. Müsaade et de Melek Ahmet’ten bir uzun ömürlü kızı dünyaya gelsin.. Bu suretle o da istediğini yerine getirsin, dünyadan nesli tükenmesin!..” Ancak ondan sonra bizim bağlarımızda gezmeye gelsin!..”
Buyurduklarında, dedem bu niyetle El-Fatiha deyip elini yüzüne götürdükten sonra, ben ona dikkatle baktım. Dedemin elleri kanlı idi. Ona bakarak ben de ellerimi yüzüme sürdüm. Benim de sağ elime biraz kan bulaştı. İşte bu esnada korkumdan uyandım!.. Hayırlar olsun paşacığım, gördüğüm rüya işte budur.”
Rüyayı dinleyen paşa derin bir ah çektikten sonra: “Sultanım ne güzel bir rüya görmüşsün. Cennet bağlarını görmek çok güzeldir. Hayırlar olsun.” deyip bir Fatiha okuduktan sonra sevinçli ve güzel yüzlü bir eda ile rüyayı şöylece yorumlamaya başlar:
-Canım hanımım. Ömrüm, sultanım efendim. Bu rüyada gördüğün kandan sakın korkmayın. İnşaallah ikimizin de zürriyetinden arzuladığımız kızlar ve oğullarımız olacaktır. Hepsi de ömürlü olacaklar demektir. Bizler de yetmiş sene yaşayıp sonunda Sultan Ahmet’in yanında yerlerimizi alacak ve cennette olacağız. Müjde olsun sana sultanım! Çok çok sadaka ver.! Ve sonra ilâve etti:
“Bu Allah’ın sırrıdır sultanım, sende Allah’a emanet olarak kalsın!”
Bundan sonra aralarında bir sessizlik olur. Paşa içinden kendi kendine düşünmeye başlar ve çok müteessirdir. Sultandan ayrılıp kendi dairesine giderken:
“Allah bilir ya! Sultanım doğururken kan kaybından ölecektir. Bu rüya öyle göstermektedir” diyerek ağlamaya başlar.
Aradan bir müddet geçer. Kaya Sultan bir gece uykusunda yine bir rüya görür. Tekrar Paşasına koşar:
-“Canım Paşacığım, ben bu gece yine bir büyük rüya gördüm. Lütfen şunun da bir içyüzünü bana bir güzelce tâbir eyle.”
-“Buyurun sultanım, emriniz başımın üzerine. Hayırlar olsun, acaba ne gibi bir rüya gördünüz?”
-“Efendim; gördüğüm büyük rüya şudur: ‘Eyüp Sultandan Saraybumuna kadar Haliç denizini bir çok kayıklar kaplamıştı. Deniz kayıklardan görünmez hale gelmişti. O kadar çok kayık vardı: Bu kayıkların hepsinin de içi insanlarla dopdoluydu. Dikkatlice baktım, ne göreyim! Bütün vezirler, şeyhülislâm, ulema, haremağaları, saray mensupları, şehrin ileri gelenleri, kadınlar, çocuklar kayıkların içinde idiler ve bunların hepsi de feryadu figan ağlamakta idiler. Bu şekil üzerine hepsi de Eyüp Sultan iskelesine çıktılar.
Topluca Eyüp Camiine gittiler. Orada dualar okundu, ondan sonra tekrar dışarıya çıktılar. O esnada orada bizim imamın karısı duruyordu. Onu tutup bir beyaz torbanın içine koydular, sonra torbanın ağzını bağladılar, kadını bu şekilde, torba içinde olarak bir kayığa koydular. Sonra onu padişahımıza kadar götüreceklerini söylediler ve eğer padişahımız onun hakkından gelmezse, o zaman onu padişahlar padişahı olan Allah’a kadar yollayacağız dediler. Bu esnada bütün halkın kimi inleyip dövünüyor, kimi feryat ederek yoluna devam ediyordu. Ben meğer, o esnada Eyüp’teki yalıda imişim. Onları böylece, kadını götürüyorlar görünce, dayanamayarak; İmdat! Diyerek bağırırken, bir taraftan da ahaliye; bırakın, o kadın bizim imam Ahmet efendinin karısıdır. Çok iyi bir kadındır. Onu bırakırsanız size onbin altın vereceğim. Hem böyle söylüyor, bir taraftan da kadını bırakmaları karşılığı olarak vaat ettiğim onbin altını bizim Cevher Ağaya vererek kadını götürenlere vermesini ten- bih ediyordum. Fakat kadını götürenler benim bu yalvarmalarıma hiç aldırmıyorlardı bile. Onlar da bana; yalvarmalarıma karşılık: “Bu kadın imam Ahmet’in karısıdır.
O Allah’ın huzuruna çıkacaktır. Yalvarmalar kabul olursa, ancak orada kabul olacaktır. Sultana bizden selâm söyle; gönderdiği o onbin altına daha onbin ekleyerek kendi yetim ve kölelerine baksın.” Diye Cevher Ağa ile haber gönderdiler. Bu suretle benim bütün yalvarmalarıma rağmen imamın karısını Saraybumuna kadar götürdüler. Oraya varınca, taşıyanlardan bir grup kadını Ayasofya mütevellisine teslim ettiler. Meğer o adamın da hapsedilmesi ferman edilmiş imiş. Ondan sonra paşacığım: o kadını bir daha görmedim. İçim o kadar sızladı ki! Acaba onu orada öldürdüler mi? Bunu hatırlayınca kendi kendime; Eşvah bu kadıncağmız arkada bir küçük kızcağızı da var! Kadını öldürürlerse bu yavrucak yetim kalacak diye ayrıca üzüldüm. Bir taraftan da yine kendi kendime; Eh ne yapalım! Kalırsa da kalır. Zenginim, malım mülküm var, çocuğun o kadar zararı olmaz, ben alır ona bakarım diye kendi kendimi teselli ederken uyandım.”
Rüyayı dikkatle dinleyen Melek Ahmet Paşa, Kaya Sultana olmayacak şekilde, rüya ile pek ilgisi olmayan bir tâbirde bulunursa da, Kaya Sultan:
-Paşacığım, vallahi sen bu rüyayı hiç de bana doğru dürüst açıklamıyorsun. Hep iyiliğe yordun rüyamı. Ama ben, rüyamı dinlerken yüzüne dikkatlice bakıyordum. Anlattıklarımın her safhasında yüzün, rengin sararıp, soluyor, mütemadiyen renk değiştiriyordu. Eminim ki, bu rüyamdan sen de korktun.
Paşa sultana her ne kadar teselli verecek sözler söylemişse de, Sultana bunları hiç biri faydalı olmamıştı. Ve Kaya Sultan, kendisine vermesi öğütlenen binlerce liralık sadakayı vermekte devam ediyordu.
Bir sabah Melek Ahmet Paşa, Eyüp’teki sarayında oturduğumuz zaman bana şöyle dedi:
-Evliyam; bu gece öyle bir rüya gördüm ki…
-Rabbim hayırlar versin paşam. Nedir gördüğünüz rüya?
-Bak anlatayım; meğer ben Kaya Sultan ile dargınmışım.
Aramızda büyük bir geçimsizlik varmış. Sultan bana şöyle diyordu: “Bana bak paşa! Şimdiden sonra ne sen benim kocamsın, ne de ben senin karınım. Hemen benim nikâhımı ver ve beni boşa!” O böyle söyleyince, ben de kendimi tutamayarak bağırdım: “Sultanım, benim seni boşamama imkân yoktur. Benim seni boşamam için ancak ölüm gerekir. Zira bir Mısır hâzinesi değerindeki nikâhımı vermeme gücüm yetmez. Onun için boşamama da imkân bulamam. Ben o parayı nasıl verir de seni boşarım? Rica ederim, sakın bir daha böyle şeyler söylemeyiniz. Yoksa kendimi öldürürüm.” Dedim. Sultan yine hiddetle söylenmeye başladı:
-“Paşa, sana bir şey olmaz ama, ben kendime ederim. Biliyorsun, dedem Sultan Ahmet bana; “Kaya, evlâdın olduktan sonra, bana gel” demişti. Ben ona giderim. Ol zaman senden nikâh falan da istemem. Kamımda bir kızın var! Al kızını artık ben onu götüremiyorum. Sana nikâhım da candan helâl osun.” Boşa beni şimdi dedikten sonra feryat etmeye başladı. Ben de ağlayarak:
-“Behey sultanım, bu hanedanı neden zor duruma sokuyorsun? Sen ne dersen de! Ben senden katiyen ayrılmam.” Dedim. Sultan yine feryat ederek bana:
-“Behey paşa, beni boşa diyorum. Hem sana başka sultan mı yok? İşte Fatma Sultan orada duruyor. Onu alabilirsin.” Deyince, ben dayanamadım:
-“Haşa, allah saklasın.” Dedim. O yine söylenerek:
-“Ben senden zorla da olsa ayrılmasını bilirim ama! Senin olmaklığım gerekse üç yıl sonra yine beni nikâhla alırsın. Ama artık şimdiden sonra yanıma yaklaşma.” dedi. Ben bunun üzerine ona:
-“Behey sultanım efendim, artık şakayı bırakınız. Beni üzen böyle lâfları bırakınız.” Dediğim zaman Sultan, odanın deniz tarafına bakan dolabının kapağını açıp içine girdi ve orada kayboldu. Acaba bu dolaba niçin girdi diye merakla düşünüp dururken, dolaptan şöyle birses geldiğini duydum. Ses şöyle diyordu:
-“Canım Sultan Ahmet dedeciğim, paşam beni boşamak istemiyor. Ona siz bir tenbihde bulununuz da beni boşasın!” Birden dolabın kapağının açıldığını, içinden Sultan Ahmet Han ile Sultan Mustafa’nın odaya girdiklerini gördüm. Sultan Ahmet bana doğru gelerek hiddetle seslendi:
-“Bire Melek! Neden bu bizim Kaya Sultanı böyle üzüyor da boşamam diyorsun? Akim varsa, sen de üç yıldan sonra boşan” dediler. Ben de onlara cevaben:
-“Hayır Padişahım boşamam!” dedim. Bu cevabım üzerine Sultan Ahmet bana tekrar:
-“Nasıl boşamam dersin, elbette boşayacaksın. Allah emri böyledir. Alın şu Meleği mahkemeye götürün.” Diye gürlediler. Meğer o sırada beni muhakeme edecek olan büyük âlimler, yüksek kimseler, şeyhülislâm, yedi kubbe vezirleri orada imişler. Bunların hepsi de bana: “Melek Ahmet, Kaya Sultanı boşayacaksın” diye bağırdılarsa da ben yine onlara da:
-“Hayır boşamam” deyince aramızda büyük bir münakaşa çıktı. O sırada nasıl oldu ise oldu, ağzımdan “Boş” lâfı çıkıverdi. Arkasından da devamla: “İnşallah yakın zamanda Kaya Sultanı yine alırını ve cennette onunla uçarak gezerim” demişim ki bir de ne göreyim! Birkaç adam Kaya’nın yanına gelmiş başına beyaz bir bez örtmekteler ve koltuğuna da dört adam girmiş onu götürüyorlar, bunların içinden biri bana dönerek:
-“Ey Melek Paşa, Kaya Sultana ne öyle bakıp duruyorsun, o artık bundan sonra senden boşanmıştır.” Dedi. Bunu söyledikten sonra da Kaya’yı götürdüler. Ben bu manzara karşısında âciz durumda Ayasofya Camiinin içinde feryat ederek dönüp durdum.
Benim bu acıklı halimi gören- Şeyhülislâm beni teselli etmeye yanıma yaklaştı, bana:
-“Ey paşa, üzülme, Allah’ın şehitlik emri sana da elbet yetişir.” Diyerek bir taraftan da boynundan beyaz ipekli şalını çıkararak benim arkama örttü ve sağ elimi de sol eline aldı. Öyle durduk.
Ayasofya camiinde çok kalabalık bir cemaatle namaz kıldık. İmamlığı Şeyhülislâm yapıyordu. Namazdan sonra önümüze düşüp beni sarayıma kadar getirip bıraktı.”
Korkumdan hemen uyandım. Kendime geldim.
Melek Paşanın rüyası burada bitmişti. Benimle beraber paşanın huzurunda olanlar, hemen rüyayı tâbire kalkıştılar. Hepsi de güya paşayı teselli için başka cephelerden alıp iyiye yorumlamaya çalışıyorlardı. Fakat Melek Ahmet Paşa iyi bir yorumcu olduğu için bunları yalnızca dinliyor, kendisi rüyayı şöyle yorumluyordu:
-“Bu söylediklerinizin hiç biri değildir. Bu rüyanın tâbiri geçen aylardan Tokat bahçesinde yapılmıştır. Sultan bundan bir müddet önce bir rüya görmüş ve bana rüyasını anlatmıştı. Rüyasından Sultan Ahmet onu cennetin bağlarında dolaştırmış ve ona: “Kayam benim bu bağlarıma gelsene” demişti. Bunun üzerine orada hazır olan Sultan Mustafa, Sultan Ahmet’e:
-“Hayır birader. Kayanın Melekten bir kızı olsun da ondan sonra gelsin” demişti.
Şimdi… Rüyayı, sultan gördüğünden beri gebedir. Allah bilir ya, bir kız doğuracaktır. Allah bahtiyar ve ömürlü etsin o doğacak yavruyu-. Benden boşanarak beyaz torbaya bürünüp koltuğuna dört adam girmesi, Kefenlenerek tabut içinde gideceğine delâlet eder.
Sultan Ahmet’in, “Allah emridir. Kaya’yı aklın varsa boşa ve sen de üç yıl sonra gel” demesi, üç yıl sonra benim de âhirete intikal edeceğime işarettir.
Ayasofya’da Şeyhülislâm ile karma karışık namaz kılmamız, benim cenaze namazımı Şeyhülislâmın kıldıracağına alâmettir. Şeyhülislâmın beyaz boyun şalını başıma değil de arkama örtmesi, ömrümün bir hayli kazançlı ve varlıklı geçeceğine ve değerli bir hayat süreceğime yorumlanır.
Elime yapışıp beni saraya götürmek de Allah bilir ya, beni tâ mezarıma götüreceğine delâlet eder.
Bundan şu anlaşılır ki, Kaya Sultan doğum yaparken ölecektir.”
Melek Ahmet Paşamızın bu rüyayı anlatmasından yirmialtı gün sonra, Kaya Sultanın doğum günü de gelmişti. Doğumda bütün sultanlar, kardeşleri gelmiş hepsi de ona hizmette kusur etmiyorlardı. Değerli ebeler hazırlanmıştı. Hakikaten Kaya Sultan bir kız doğurdu.
Kaya Sultan fazla şişmandı. Doğumdan sonra çıkması lâzım gelen son içeride kalmıştı, çıkmamıştı. Sonunda, o, son yüreğine yapışıp kalınca o gece ve sabahı Eyüp’te sevincin sonu mateme dönmüştü. Paşanın bütün akrabaları, adamları bu hal karşısında ne yapacaklarını bilemez hale gelmişlerdi. Her taraftan feryat figan sesleri yükselmekte idi. Kıyametler kopuyordu, sarayda ve sarayın dışında acı o kadar büyüktü. Kaya Sultanı kilimlere sarp çalkayıp durdular. Sonra Sultanı iki kere de baş aşağı astılar. Sonra bir bal fıçısının içine çiçek suyu koyup Sultanı fıçıda muhafaza ettiler. Sultana üç gün âdeta eziyet ettiler. Şimdiye kadar ettiği rahatı sanki burnundan getirdiler. Bütün bu tedbirlere rağmen son bir türlü çıkmıyordu. Dediğim gibi, yüreğine yapışmıştı. Nihayet ebeler gelip kollarını badem yağları ile yağladıktan sonra, kollarını dirseklerine kadar sultanın malum yerine soktular ve “İşte canım, son çıktı” diye bir parça deri çıkardılar. Bir ebe: “Daha vardır” diyerek o da elini sokup bir parça deri, ciğer, barsak gibi karışık organlar çıkardılar.
Kaya Sultan doğum yaptıktan dört gün sonra şehit olarak âhirete göç etmiştir.
Bu hâdiseden üç yıl sonra da Melek Ahmet Paşa rüyada belirtildiği gibi, ölüyor ve Evliya Çelebi’nin bildirdiğine göre, cenaze namazını rüyada gördüğü Şeyhülislâm kıldırıyor.
*
Bu rüya Hammer’in meşhur tarihinin birinci cildinde yer almıştır. Osmanlı Devletinin kurucusu Sultan Osman’ın babası Ertuğ- rul Gazi’nin gördüğü bir rüya burada belirtilmektedir.
…. Ertuğrul, uykusu geldiği için biraz yatıp uyumak ister. Uykusunda sabaha karşı şu sözlerin kulağına fısıldandığını duyar. Şunlar söylenir:
“Sen mademki benim Kur’ân-ı Kerîm’ime karşı o kadar saygı gösteriyor ve onu büyük bir arzu ile okuyorsun. Bu saygının, mükâfatım elbette göreceksin. Evlâdın ve evlâdının evlâdı, nesiller boyunca şunları nâil olacaklardır, diyerek, Osmanoğullannın, Osman’dan itibaren nesiller boyu devam edecek başarılarını müjdelemiştir.
Sultan Osman’ın Şeyh Edebali’nin güzel kızı Mâl Hatun ile evlenmesinden önce gördüğü meşhur rüya da, Ertuğrul’un gördüğü ve yukarıda belirttiğimiz rüyadaki büyüklük yoktur. Onun hisse dokunur bazı özellikleri vardır. O rüyada gelecekteki bazı tarihî olayların işaretleri görülebilir. Daha yakın zamana kadar görülen doğulu düşüncelerin orada biraz daha hayale dayanarak genişlediği görürüz. Çok zaman şairâne duyguların hakim olduğu bu rüyada, ilk devirlerin rekabete dayanan savaşlarının “kokusunu bulabiliriz. Bunların bir kısmı Sultanözü savaşlarının hikâyesine karışmıştır.
Yine Hammer meşhur tarihinin birinci cildinde, bu rüya hakkında “Sahayif’ül-Ahbar”dan naklen şöyle demektedir.
“Osman Gazi, devrinin meşhur şeyhlerinden Edebali’nin tekkesine onu ziyarete gitmişti. Onunla tanışıklıkları eski idi. Bir gece uykusunda gördüğü rüyasını ona anlatmak istiyordu. Gördüğü rüya şöyle idi:
“Osman Gazi bir gece rüyasında şeyhin boynundan bir nur çıktığını ve kendi koynuna girdiğini görür. Sonra göbeğinden bir ağaç çıkar ve bu ağaç o kadar büyür ki, gölgesi bütün yeryüzünü kaplar ve bütün insanlar o gölgenin altında toplanır.
Osman Gazi bu rüyasını Şeyh Edebali’ye anlatınca şeyh ona:
-“Büyük bir devletin kurucusu olacaksın. Bütün insanlar bu kurduğun devletin himayesinde olacaktır. Sana bu müjdeyi verir ve rüyanı yorumlarım” der.
Bu rüyadan sonra Şeyh Edebali kızı Mâl Hatunu Sultan Osman ile evlendirmiştir.
Yine Hammer’in birinci cildinde Ertuğrul Gaziye ait başka bir rüyanın varlığını öğrenmiş oluyoruz.
“Ertuğrul Gazi bir gece uykusunda şöyle bir rüya görür: Evinin ocağından bir su kaynamaya başlar. Bu su o kadar bereketli ve o kadar devamlıdır ki, çoğala çoğala, büyük bir deniz olur ve bütün dünya yüzünü kaplar.”
Ertuğrul, gördüğü bu rüyayı ertesi gün bir bilgin kişiye açıklayarak yorumlamasını ister. Bilgin rüyayı yorumlar ve kendisine şöyle der:
-Senin bir oğlun olacak. Kendisi olduğu kadar, ondan gelecek evlâtları da bütün dünyaya hükmedeceklerdir.
Rüyanın bu şekilde tâbirinden birkaç gün sonra Osman Gazi dünyaya gelir.
Bizlere Evliyâ Çelebi’nin meşhur Seyahatnamesini kazandıranın da bir rüya olduğunu İslâm Ansiklopedisinin açıklamasından öğrenmiş oluyoruz.
Bu rüyaya göre; Milâdî 1630 yılının Ağustos ayının 19’uncu gecesi, (Hicrî 10 Muharrem 1040) Evliyâmız rüyasında, İstanbul Yemiş iskelesi civarındaki Ahi Çelebi Camiinde kalabalık bir cemaat içinde Hazret-i Peygamberi görür ve yanma koşarak kendisine: (Şefaat Ya Resûlallah) diyecek yerde, heyecandan yanlışlıkla (Seyahat Ya Resûlallah) der. Çelebi bu hatasına rağmen, Peygamber tarafından seyahat ve şefaatle müjdelenir.
Yine rüyasında Sa’d İbni Vakkas tarafından kendisine gittiği yerlerde göreceği şeyleri kaleme alması teklif ediliyor.
Evliyâ Çelebi bu uykudan uyandığı zaman doğruca zamanın meşhur rüya tâbircilerine rüyasını tâbir ettiriyor. Gittiği Kasımpaşa Mevlevi Şeyhi Abdullah Dede ona rüyasını tâbir ediyor ve şu tavsiyede bulunuyor.
-Evliyâ, ilk önce şu bizim İstanbulcağımızı bir dolaş ve gördüklerini kaleme al, tavsiyesinde bulunuyor.
Kanunî Sultan Süleyman, veziriâzamı İbrahim Paşaya uyarak Bağdat’ta İskender Çelebiyi öldürtmüştü. Bu olaydan bir müddet sonra rüyasında İskender Çelebi Kanunî’ye görünür ve ona:
-Bre zalim! Ben sana ne yaptım ki, ben günahsızı bir fesadın sözüne uyarak ve yaptığım bütün hizmetleri de hiçe sayarak beni öl- dürttün?
Bunu söyleyen İskender Çelebi elindeki siyah sarığını birden padişahın boynuna dolayarak onu boğmaya çalışır. Boğulacak hale gelen Kanunî, büyük bir heyecan ve feryadla uyanır ve el çırparak İbrahim Paşayı çağırır ve ona:
-İlâhi İbrahim! Sen bana ne günahsızları fesadlayıp yok ettirdin. Allah’tan dilerim, sen de yılına varmadan öldürülmeye lâyık olursun! Diye bedduada bulunur.
Hakikaten tam bir yıl sonra, İbrahim Paşa da cezasını bulur. Süleyman’ın bedduası yerine gelir.
*
Ahl-i Salib savaşlarının öncülüğünü yapmış, Müslümanlara karşı Hristiyan âlemini ayaklandırmayı kendine dinî bir görev görmüş olan Piyerlermit, Kudüs’e yaptığı bir ziyarette Kamame Klişesinde uyuyakalmış. Bir ara uykusunda rüyasına Hazret-i İsâ girmiş, Piyerlermit’e:
-Piyer, benim aziz evlâdım. Kalk, uyuma! Hemen git benim patriğime. O sana, kendisini neden göreceğini ve görevini bildirecek, bir mektup verecektir. O mektubu alır almaz doğru memleketine git bu mukaddes yerlerin ne kadar perişan, sefalet içinde olduğunu anlat… Kudüs’ü dinsizlerin elinden almak için Hıristiyan kardeşlerini harekete geçir. Göreyim seni, benim aziz evlâdım.
Piyerin, İsâ’nm tavsiyesi ile yaptığı hareketlerin kendilerine ne sonuç verdiğini söylemeye lüzum yoktur.
Harun Reşid’in kardeşi Âdil ölüm döşeğinde yatarken bir gün karısı Kadriye’yi yanına çağırtır. Karısına:
-Benim şefkatli karıcım. Görüyorsun artık ölümüm yaklaştı. Senden ebediyen ayrılacağım. Bugüne kadar sana sadakatle, saygı ile hareket ettim. Şimdi şu halimde, ben de senden ebediyen bana sadık kalmanı istiyorum. Şimdi burada bana dediğim şekilde sadakat yemini et.
Kadın ısrar üzerine kocasının dediğini yerine getirir ve sadakat yemini eder. Âdil kısa bir müddet sonra ölür. Kadının zoraki yaptığı yemin ancak altı ay sürer. Çünkü Harun Reşid’in vaad- lerine daha fazla dayanamaz, onun kollarının arasına düşer.
Kadriye bir gece Harun Reşid’in kolları arasında uyurken rüyasında kocasını görür. Kocası yüzüne kan serpmektedir. Kadriye, telâş ve korku ile uyanır ama, rüyasını korku ve kekeleyerek anlatırken, hemen orada can verir.