Hazret-i Muhammed’e inen vahyin sâdık rüya ile başlaması ve Kur’an-ı Kerim’in âyetlerinde anlaşıldığı gibi, muhtelif peygamberlere rüya ile birtakım vuku bulacak hâdiseler hakkında işaretler verilmesi, rüyanın yalnız İslâm dininde değil, eski dinlerde de ehemmiyetini belirtmektedir!).
Meselâ Hazret-i İbrahim’in, oğlunu kurban etmek hususunda gördüğü rüya ile amel etmesi ve onu bir emr-i İlâhî telâkki etmesi, rüyanın inkâr edilemeyecek bir şey olduğunu ispat etmektedir.
Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî’nin meşhur Mesnevî’sini şerhe- den büyük İslâm bilginlerinden Sarı Abdullah, rüya hakkında şöyle demektedir:
“İnsanda iki nevi ruh vardır: Biri hayvani ruh, ötekisi rahmâ- nî ruhtur.
Hayvani ruh, daima insandan ayrılmaz. Tuzun eti muhafaza ettiği gibi, insanı kokmadan korur.
Rahmânî ruh ise, insana uyku halinde âlemi melekûtu seyrettirir; ahvali gaybı havassa aksettirir.”
Kuran-ı Kerim’de Rüyadan Bahseden Ayetlerden Bazıları
Sâffât Sûresinden:
“Biz de ona uslu bir oğul müjdeledik. Vaktâ ki yanında koşmak çağına erdi ey yavrum! dedi, ben menamda görüyorum ki, seni boğazlıyorum. Artık bak ne görürsün.. Ey babacığım! dedi. Ne emrediyorsan yap!!! Beni inşallah sâbirinden bulacaksın. Vaktâ ki bu suretle ikisi de teslim oldular. Ve onu tuttu, şakağına yıktı. Ve şöyle ona nida ettik: “Yâ İbrahim! Rüyayı gerçek tasdik eyledin, biz böyle mükâfat ederiz. İşte muhsinlere, şüphesiz ki bu açık bir iptilâ, kat’i bir imtihan, dedik ve ona büyük bir kurbanlık fidye verdik.”
Fetih sûresinden:
“Ulu Tanrı, peygamberlerine gösterdiği rüyanın gerçek olup vâki olacağını tasdik etti.
Bundan evvel size yakın bir fetih ve zafer müyesser etmişti.”
Rüyalar hakkında Hadisi Şerifler
Hazret-i Ayşe’den rivayet edildiğine göre: İnsanlara bir rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz sallâllahü aleyhi ve sellemin ilk peygamberlik alâmetleri doğru rüya görmekle başlamıştı. Öyle ki, gördüğü her rüya, sabah ışığı gibi gerçek çıkıyordu.
Hazret-i Peygamber bir hadîs-i şerifinde şöyle buyuruyor: “İyi adamın gördüğü sadık rüyalar, peygamberliğin kırk altıda biridir.” (Buharî-i Şerif)
Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselâm, Tanrı elçisi olduktan sonra on üç yıl Mekke’de, on yıl da Medine’de ikamet buyurmuştu. Bu müddet içinde yirmi üç yıl uyanık iken kendisine vahy nâzil olmuş, altı ay da uykuda iken kendisine vahyolunmuştu ki, bu da peygamberliğin ilk zamanında olup peygamberliğinin en mühim işareti ve müjdesidir.
Rivayet edildiğine göre:
Bir gün Hazret-i Peygambere, Ebû Kutâde El-Ensarî adındaki sahabe gelerek:
-YaResûlallah demiş, beni hasta eden rüyalar görüyorum.
Hazret-i Peygamber de ona şu karşılığı vermiş:
-Kötü rüya gördüğün zaman “Eûzü billahi mineşşeytanir- racim” dersen, o rüyanın sana zararı dokunmaz. Aynı zamanda bu rüyayı kimseye anlatma.
Buhârî’nin rivayet ettiği bir hadîs-i şerifin mealinde:
“Biriniz hoşuna giden iyi bir rüya görürse bu rüya Allah’tandır. Bunun için Allah’a şükretmeli ve onu bilhassa sevdiği kimselere anlatmalıdır. Şayet sevmediği kötü bir rüya görürse bu şeytandandır. Hakikatten uzak olan bu rüya insanı korkutmak ve rahatsız etmek içindir. Şeytana lânet etmeli ve bu rüyayı kimseye anlatmamahdır.”
Diğer bir hadis-i şerifte de şöyle buyurulmaktadır:
“Bir kimse rüyasında beni görürse hakikat surette beni görmüştür. Zira şeytan benim suretime giremez.”
Bir gün Hazret-i Peygamber, Hazret-i Ebû Bekir’e:
-Dün gece rüyamda seninle cennette bir merdiveni çıktığımızı gördüm. Sonra ben seni iki buçuk basamak geçtiğimi farket- tim. demiş.
Ebû Bekir radiyallahu anh ona şu karşılığı vermiş:
-Benim sizden ikibuçuk yıl sonra ecelim gelecek. Ve öyle olmuştu.
Tirmizî ve Darimî’nin Ebû Said’den naklen rivayet ettikleri bir hadîste şöyle denilmektedir: “Rüyaların en gerçeği seherde görülenlerdir.”
Cevdet Paşa, (Kısası Enbiyâ) adlı eserinde Hazret-i Peygamberin Hz. Hatice ile nasıl evlendiğini anlatan bahiste şöyle deniliyor:
“..Hatice’nin gözüne Şam ticaretinin kâr ve menfaati görünmezdi. Zira mukaddemâ bir rüya görüp amcazadesi olan (Varaka bin Nevfel)’ e takrir ettikte: (Sen âhir zaman Peygamberinin zevcesi olacaksın) diye tâbir etmişti.”
Hazret-i Ayşe bir gün düşünde, odasının önünde gökten üç ayın düştüğünü görmüş ve bunu babası Hazret-i Ebu Bekir’e anlatmış. O da bu rüyayı şöyle tabir etmiştir:
-Hazret-i Peygamber, ben ve Ömer sıra ile öleceğiz ve senin hücrende gömüleceğiz.
İmâmı Şâfiî’nin validesi hâmile iken rüyasında karnından Müşteri yıldızının çıktığını ve Mısır’a düştükten sonra parçalanıl)
birçok yerlere dağıldığını görmüştü.
Bu rüya o zaman kendisine şöyle tâbir edilmişti:
-Doğuracağın evlât büyük bir âlim olacak, ilmi evvelâ Mısır’dan, sonra birçok ülkelerde yayılacaktır.
BAZI TARİHİ RÜYALAR
AĞAÇ YAPRAKLARI
Mevsimlerle rüyanın ilgisini gösteren bu tarihi rüya da dikkate şayandır:
Bir zat Hazret-i Ebû Bekir’e gelerek:
-Dün gece rüyamda bana yetmiş ağaç yaprağı verildiğini gördüm. Bunun tâbiri nedir?
Diye sordu. Hz.Ebû Bekir cevap verdi:
-Sana yetmiş değnek vurulacak…
Adam, gerçekten bir hafta sonra işlediği bir suçun cezası olarak yetmiş sopa yedi.
Bir sene geçmişti. Aynı adam yine rüyasında birisinden yetmiş ağaç yaprağı aldığını gördü. Hz. Ebû Bekir’in huzuruna çıkarak rüyasını anlattı:
Hz. Ebû Bekir:
-Bu sefer, dedi, eline yetmiş bin dirhem (akçe) geçecek…
Adam şaşırmıştı:
-Efendimiz, dedi, geçen sene aynı rüyayı görmüştüm, bana yetmiş sopa yiyeceğimi söylediniz; bugün ise başka türlü rüyayı tâbir ediyor ve elime külliyetli bir para geçeceğini söylüyorsunuz. Neden?
Hz.Ebû Bekir açıkladı:
-Geçen yıl bu rüyayı gördüğün zaman mevsim sonbahardı. Ağaç yapraklarının dökülme zamanı idi. Bugün ise ilkbahardır, ağaçların yeşillendiği zamandır.
Birkaç gün sonra rüya sahibinin eline hiç ummadığı bir yerden yetmiş bin akçe geçti.
İBRET VERİCİ RÜYA
Tanınmış mutasavvıflardan Cüneyd-i Bağdadî bir gün evinin kapısı önünde duruyordu. Israrla halktan sadaka isteyen kör bir dilenci dikkat nazarını çekti. Kendi kendine:
-Bu adam, bir tekke veya bir caminin civarında oturup böyle gezmese idi, muhakkak Allah onun rızkını verirdi
Dedi. O gece rüyasında bir mecliste bakır bir tepsi içinde kendisine bir şey ikram edildiğini gördü. Tepside kör dilenci yatıyordu.
Tepsiyi getiren zat, Cüneyt’e seslendi:
-Haydi ne duruyorsun, bun%n etinden yesene.
Cüneyd, bunun mânasını anlamıştı. Kendini müdafaa etti:
-Vallahi ben bu adamı çekiştirmedim. Kendi kendime konuşuyordum. Kimseye bir şey söylediğim yok..
Bunun üzerine hafiften bir ses duyuldu:
-Ya Cüneyd, bu gibi mazeretleri kabul edilen adamlardansın.
Ertesi gün, Allahü Teâlâ’ya tövbe ve istiğfar eden Cüneyd yine kapısının önünde dururken bir gün evvel görüp içinde tenkit ettiği kör dilenci yanma geldi ve: -Ya Cüneyd, dedi, dün gece gördüklerinden ibret alıp tövbe ettin mi?.
BİR KADIN’IN RÜYASI
Mısır Sultanı Eşrefin zamanında, İskenderiye’de Kadılık yapan bir zat bir gün rüyasında o devirde kumandanlık yapan Bay- bars’ın Melik Eşrefin saltanat tahtına oturduğunu görmüş, bunu lâf arasında birkaç âlim arkadaşlarına anlatmış, onlar da bunu Emîr Baybars’a nakletmişler.
Aradan günler geçmiş ve rüya gerçekleşerek Emîr Baybars Mısır tahtına El Melikülzâhir adıyla geçmiş, rüya sâhibi kadıyı huzuruna çağırarak kendisine büyük ihsanlarda bulunmuş.
ELE VEREN RÜYA
Adamın biri, Halep âlimlerinden Şeyh Sadeddin Darir’in yanma gelerek:
-Efendim, dedi, iyi rüya tâbir ettiğinizi duydum. Gördüğüm bir rüyayı tâbir ettirmeye geldim.
Şeyh Sadeddin:
-Hayırdır inşallah anlat bakalım.
Adam anlatmaya başladı:
-Rüyamda, dizlerime kadar sıcaklığı çıkan bir ateşin üzerinde yürüdüğümü gördüm.
Şeyh Sadeddin, hemen adamın koluna yapıştı ve adamlarına bir zaptiye çağırmalarını söyledi. Biraz sonra gelen zaptiyeye onu teslim ederek:
-Bu adam, dedi, camilerden, mescitlerden pabuç çalmaktadır, gördüğü rüya ile bunu ispat ediyor. Alın adalete verin. Camide pabuçları çalman kimseler gelip bundan hesap sorsun.
Gerçekte bir hırsız olan adam, ne yapacağını şaşırdı. Suçunu itiraf etmekten başka çare bulamadı.
FATİH’İN RÜYASI
Meşhur tarihçi Solakzade, kitabının 243. Sayfasında, Fâtih Sultan Mehmed’in Otlukbeli savaşını yapmak için büyük bir ordu ile doğruca Otlukbeli’ne yürüdüğünden bahsederken, Fâtih’in bir rüya gördüğünü de ilâve eder. Rüyayı şöyle anlatır:
Padişah, Sadrâzamına: “Lâla” dedi. Bu gece sabaha doğru bir rüya gördüm, ki hâlâ tesirinden kurtulamadım. Ne hayırdır bilmem.”
-Hayır diyelim de, Şevketlû Padişahım, hayır olsun Hayırlar karşı gelsün… dedikte, padişah:
-Rüyamda, bayram mı desem, düğün mü desem bir kalabalık ortasında bulunurmuşum. Kalabalık arasından Uzun Haşan bir pehlivan kisbeti giyip meydana çıktı. Meydanın ortasına gelip durdu. Var mı benimle güreşecek bir pehlivan, var mı kendisine güvenen diye bağırıp pehlivanlık taslamaya başladı. Hep bana bakıyor, lâfını bana hitaben söylüyordu. Canım sıkıldı. Onun meydana, sırf benimle güreşmek için çıktığı anlaşılıyordu, bana meydan okuyordu. Ben de, nasıl oldu bilmem bir pehlivan kisbeti giydim ve meydana çıktım.
Mertçe yanına sokuldum. Elele verip bir birimize hamle ve hücum etmeye başladık. Bir aralık, benim gafletimden Uzun Haşan istifade etti. Üzerime hücum etti. Beni dizlerimin üzerine çökertti. Bu anda dünya başıma yıkıldı sandım. Haydi!.. Haydi!., diye sesler işitiyordum. Kendimi topladım. Uzun Haşan ikinci hamlesini yapmadan ayağa kalktım. O bana yaklaştı iki elimle göğsüne bir yumruk vurdum ki, dayanamadı, sırt üstü yere düştü. Hıncımı alamamıştım. Bir elimi göğsüne sokup ciğerinden bir parçasını koparıp yere attım. Kan ter içinde bir heyecanla uyandım.” dedi.
Otlukbeli meydan muharebesi hakkında bir fikre sahip olanlar bu rüyanın aynen vaki olup olmadığını bilirler, “Hayırdır inşallah şevketlûm” diye sadrâzam: -Rüya tâbirini bilmezem. Lâkin şu ifadelerden, önce bir keder çekileceğe, sonunda galebenin bizim tarafa kalacağına hükmetmek mümkündür.” dedi.
Rüyayı Sadrâzamın bu türlü tâbir etmesine üzülen Padişah, rüyasını bir de yakınlarına anlatıp tâbir ettirdi. Onlar da aşağı yukarı aynı şekilde tâbir ettiler. Hatta tâbirlerinin doğruluğunu ispat etmek için hemen bir Kur’an-ı Kerim getirdiler. Lâlettayin açtılar. “Ve yansurake’llahü nasran azîza” âyeti açıldı. Âyetin harflerini saydılar, hicri 878 tarihi çıktı. Bu, zaferin tarihidir, dediler. Rüyanın bizim taraftan görülmesi ve rüyanın sonunda Uzun Hasan’ın mağlûp olması, zaferin bizim tarafta olacağına alâmettir. Âyetteki -kel- lahü- de geçen kaf, Hz. Peygamberin ismine işarettir. Hz. Peygamberimizin de, padişahımızın da ismi Muhammed olup zafere işareti rabbanidir, diye tâbir ve tasvir ettiler.
Hâdiseler, rüyanın ve tâbirinin şekli ile paralel olarak aynen cereyan etmiştir. Şöyle ki; Fatih’in önce kumandanlığına memur ettiği Has Murad Paşa düşmanla karşılaştığı zaman, büyük kısmı beklemeden düşmanla savaşa tutuşmuştur. Mağlûp olmuş, kumandasındaki kuvvetlerin çoğu kılıçtan geçirilmiştir. Kaçabilenler büyük kısmın yanında toplanmışlardır.
Hâdiseyi işiten Fatih, müteessir olmuştur. Yani Uzun Haşan ilk hamlede Fatih’i iki dizi üzerine çökertmiştir. Fakat ordusunun mâneviyatım sarsmayan Fatih, ilerleyip, Otlukbeli savaşında Uzun Hasan’ı feci bir mağlûbiyete uğratmıştır. Yani onu sırtüstü yere sermiştir. Muharebe sahasında Uzun Hasan’ın, göğsüne elini sokup onun ciğerinden bir parçasını koparıp yere atmıştır
Bu Duaları Kaçırmayın!
BİZİ TAKİP EDİN RÜYANIZI ÜCRETSİZ YORUMLAYALIM: Bizi sosyal medyada takip etmek isterseniz FACEBOOK sayfamız, YOUTUBE kanalımız, INSTAGRAM sayfamız ve PINTEREST sayfamıza abone olup bizi oradan takip edebilirsiniz. Rüyalarınızı ücretsiz yorumlatmak için YouTube videolarımızın altına yazmanız yeterli.